En kalabalık, gürültülü ortamlarda bile, bir taraftan yanımdakiyle konuşurken diğer taraftan etrafta konuşulanları duyabilmek gibi bir yetenek mi diyeyim, karar veremiyorum? Bazen eğlenceli, bazen sinir bozucu.
Bir taraftan gerekli, gereksiz pek çok bilgiye sahip oluyorsunuz, yorucu, üzücü olabiliyor.
Diğer taraftan ise düşünen, yazan bir insan için pek çok renkli malzeme çıkıyor.
Çeşit çeşit, renk renk insan, konu malzemesi.
Çeşit çeşit, renk renk insan, konu malzemesi.
Geçenlerde bir kafede oturuyorum, yan masamda anne oğul olduklarını tahmin ettiğim ikili kahve içiyor.
Oğlan 30'ların başlarında, adeta çırpınırcasına annesini bir konuda ikna etmeye çalışıyor,
Kadın nuh diyor, peygamber demiyor. "Hayır, asla tek bir şey duymak istemiyorum" diyor ısrarla.
Çocuk "Ama her fırsatta sana jestler yapıyor, niye öyle diyorsun" diyor kız arkadaşını kastederek.
"Yaa evet, en son yılbaşında cücük kadar çiçekle geldi" diyor kadın.
Çocuk "Ama anne o geçen seneydi ve o zaman daha yeni tanışmıştınız, üstelik dışarıda yemek yedik, ne getirecekti ki? diye annesini makul düşünmeye çağırıyor.
Durup düşünüyorum. İnsanlar ne zaman bu hale geldi? Beklentiler ne zaman bu kadar arttı? Artık jest olarak birine ilettiğiniz çiçek bile değersiz görülebiliyor.
Hediyenin büyüğü, cücüğü var mı gerçekten? İçinden gelmiş çiçek getirmiş, ama yok yetmiyor.
Artık hiçbirşey yetmiyor. Herkes, herşeyin daha fazlasını istiyor. Kendinde buna hak görüyor.
Yazık! Ne diyeyim?.
Bu hikayede annesini ikna etmeye çalışan çocuğa yazık, hiçbirşeyden haberi olmayan kız arkadaşa yazık, hatta hediyesinden memnun olmayan anneye bile yazık belki?
Ama bence en çok, değeri bilinmeyen çiçeğe yazık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder