Yanlış hatırlamıyorsam, bebek henüz ancak birkaç aylıktı. Güzel arkadaşım doğumdan önce son derece bakımlı, hatta her daim yapılı saçları, ayağından eksik etmediği topuklu ayakkabılarıyla süslü denilebilecek bir kızdı. Bebek ziyaretine gittiğim gün kapıyı açtığında yaşadığım şaşkınlığı hala unutamam.Yeni annenin saç-baş dağılmış, kaşlar uzamış, suratta sıfır makyaj, belli ki uykusuzluktan göz altları morarmış, bakışları yorgun.
O her daim kırmızı ojenin eksik olmadığı ellerinde manikür yok, tırnaklar sıkıntıdan yenmiş. Henüz atamadığı doğum kilolarından olsa gerek, üzerinde salaş bir eşofman altı, yakası kaymış, mama lekeli bir bluz. Ziyaretim bir saat sürmüşse, bebek ağlamasından toplam on beş dakika konuşamamışızdır. Kızcağız laf arasında bana içinde bulunduğu hali anlatmaya çalışmış, ama ben onu hiç anlamamışım...
Meğer arkadaşımın o sıralar yaşadığı; doğum sonrası yaşanan geçici bir depresyonmuş.
Nasreddin Hoca’nın fıkrasında olduğu gibi, bazı şeyler yaşanmadan anlaşılamıyor, ben de anlamamışım işte!
O gün birileri gelip bana, arkadaşımdan iki sene sonra benim de doğum yapacağımı ve benzer bir dönemden geçeceğimi söylese inanmazdım. Olası bir doğum sonrası depresyonunu ise ilginç bir şekilde atlattım diyebilirim.
O zamanlar Elif Şafak’ın “Siyah Süt” kitabı hep okumak istediğim ama nedense sürekli ertelediğim kitaplar listesindeydi. Daha evvel almış olduğumu hatırlamama rağmen evdeki kütüphanede bulamayınca, üşenmeyip tekrar aldım. Kitabı yeni doğum yapmış bir lohusa olarak okumaya kalkışmam etrafımda büyük endişe dalgaları yarattı. Oysa ilginç bir şekilde; içimden bir ses bu kitabı okumam gerektiğini, üstelik bunun tam da o sıralarda olması gerektiğini söylüyordu. İç sesimi dinlemekte haklıymışım, sonuç beklediğim gibiydi; kitabı gece nöbetlerinde bir çırpıda okuyuverdim ve değil negatif yönde etkilenmek, tam tersine; lohusalık döneminden sağlam çıkmam konusunda kesinlikle büyük katkısı oldu. İnsanın hayatının bu çok özel döneminde yaşadıklarının ya da benzerlerinin başkalarınca da yaşandığını görmek, bilmek çok iyi geldi.
Şimdi o zamanki durumumu hatırlayınca, “Siyah Süt” beni olası bir post-partum'dan kurtardı diye düşünüyorum.
Öyle ki; herhangi biri değil, ama Elif Şafak gibi güçlü bir kalemin, bana göre inanılmaz yetenekli ve yaratıcı bir kadın yazarın da doğum sonrası anlamlandıramadığı bir çeşit depresyona girmiş olması, uzun süre bu yüzden atıl kalması, yaratıcılığının adeta yok olması ve hemen ardından tüm bunlardan sıyrılarak, “Aşk” ve “İskender” gibi nefes almadan, bir çırpıda okuduğum kitapları ortaya çıkartmış olması umut verdi ve bu dönemin aslında "geçici" olduğunu gösterdi.
Doğumdan sonraki ilk altı ay kadın açısından gerçekten oldukça zorlu bir dönem, bir taraftan hormonal ve fiziksel değişimler, diğer taraftan çocuk ve ev odaklı yaşam, değişen uyku, yemek, banyo... düzenleri, kısacası bambaşka bir hayat. Buna uyum sağlamaya çalışırken, yakın çevremizden yardıma ihtiyaç var. Öncelikle eşten, mümkünse anne-baba, kardeş, akrabalar, olabiliyorsa evdeki bakıcıdan, bazen de bir kitaptan, bir filmden ya da müzikten...
Doğumdan sonraki ilk altı ay kadın açısından gerçekten oldukça zorlu bir dönem, bir taraftan hormonal ve fiziksel değişimler, diğer taraftan çocuk ve ev odaklı yaşam, değişen uyku, yemek, banyo... düzenleri, kısacası bambaşka bir hayat. Buna uyum sağlamaya çalışırken, yakın çevremizden yardıma ihtiyaç var. Öncelikle eşten, mümkünse anne-baba, kardeş, akrabalar, olabiliyorsa evdeki bakıcıdan, bazen de bir kitaptan, bir filmden ya da müzikten...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder