"Şehir uyumuyor ki çocuk uyusun! " dedi eşim geçen akşam.
Gerçekten de öyle. Dünyada 7x24 uyumayan şehirlerden biri İstanbul. Sürekli bir devinim, sürekli bir hareket. Trafiği, gürültüsü hiç eksik olmuyor. Eskiden "Şu saatte yola çıkarsak, trafiğe yakalanmadan gideriz" diye bir anlayış vardı, şimdi öyle bir saat yok. Her saatte trafik var. Eskiden sabaha karşı çıt çıkmayan anlar vardı. Şimdi o da yok! Her an ses, her an gürültü. Çocuk olunca sesler konusunda her zamankinden daha hassas oluyormuşsun, çünkü o da hassas. Uyuyan çocuğun odasına girenler iyi bilir, yer döşemesinden ya da kapı menteşesinden gelen en ufak bir ses çocuğu anında uyandırabilir. Yazın yalın ayak girdiyseniz odasına, ayağınızın parkeye yapışarak çıkarttığı ses bile miniğin hassas kulakları tarafından hemen ayırdedilir. Bin bir zahmetle, zar zor uyuttuğunuz çocuğunuz bir anda yataktan fırlayıverir. Sil baştan, tekrar uğraş dur başka işin yoksa.Onun için bir süre sonra evde ses radarı gibi gezmeye başlarsınız. Konu, komşu, bakkal, çakkal, apartman görevlisi uyarılır; "Aman kapı ziline basmayın, kapıyı tıklatın, evde bebek var! " ya da caz müzik sevdalısı alt komşudan rica edilir; "Akşam 7'den sonra müziğinizi biraz kısabilir misiniz? Bebek uyuyor da"
Ev ahalisi zaten bu konuda oldukça temkinlidir. Kimse yüksek sesle konuşmaz. Geçenlerde bir arkadaşım eşiyle bebek uyurken fısıltıyla kavga etmek durumunda kaldıklarını anlatmıştı, biraz da bu haliyle dalga geçerek ;-)
Bebeğin uyuma saatinde telefonların, televizyonun sesi kısılır, tüm pencereler dışarıdan gelebilecek seslere karşı tedbir olarak sıkı sıkı kapatılır. Uykuya daldığı o bir saat içerisinde bebek odasının etrafında hiçbir şey yapılmaz. O saatlerde hemen bebek odasının yanındaki tuvalete girmektense, gerekirse tuvalet ihtiyacı bile bekler. Sifon ve su sesi tehlikelidir, o sıralarda duş almayı da unutun.
Bir şekilde bebek odasına girmeniz gerekirse kalbiniz ağzınızda, soygun filmlerindeki değme hırsızlara taş çıkartırcasına her adımınıza dikkat eder, yeri geldiğinde hapşuruk, öksürük, hatta nefesinizi bile tutarsınız.
Tüm bunlara dikkat ettiniz, şansınız da yaver gitti ve bebeğiniz akşam siz yatana kadar mışıl mışıl uyudu, hiç uyanmadı diyelim, iş burada bitmiyor. Siz ve bebeğiniz uyumaya karar vermiş olabilirsiniz, ama ya şehir?
Şehir sizinle aynı saatte uyumuyor. Hatta şehir hiç uyumuyor! Hafta içi, hafta sonu fark etmez.
Bazen kapınızın önünde içkili bir eğlenceden dönen gençlerin yüksek sesli kahkahaları, şakalaşmaları. Bazen kıskanç sevgililerin gözü yaşlı tartışmaları. Gelene geçene dayılanarak havlayan köpek, köpekten huylanıp miyavlayan kedi. Trafik ışıklarında yarış motorunun sınırlarını deneyenler mi istersiniz, bir alay asker uğurlamaya çıkanlar mı...Takımı maç kazananların cümbüşü mü, yeni evlenenlerin davullu zurnalı kutlaması mı...Bir de durduk yerde ha bire kornaya basanlar var!
Uzaklardan vagonlarını savura savura gelen yük treninin düdüğü, gece vardiyasındaki çöp arabasının metalik gürültüsü, köşeyi dönmeye çalışan körüklü otobüsün keskin freni. Ambulans sireni, itfaiye kamyonu, trafik polisi anonsu , ezan sesi derken geceyi sabaha erdirirsiniz.
Sabaha karşı pencerenin önündeki ağaçtan serenat yapan minik karga katılır son olarak bu çok sesler korosuna. Ha, bir sen eksiktin! Ama onun da suçu yok. Şehir uyumuyor ki o uyusun.
Diyeceğim odur ki; İstanbul gibi kendisi uyumayan bir şehirlerde çocuğunuzun ve eğer kafaya bir takarsanız sizin, sabaha kadar kesintisiz uyuma şansınız çok çok azdır. Benden söylemesi.
Çok güzel bir yazı olmuş ,tebrikler bu kadar güzel özetlenebilir:) .Yazınızı okurken 3 yıl öncesine gittim ;kızımın bebeklik hallerine...Aynen anlattığınız gibi SES Radarı olduk ailece!
YanıtlaSilAh o parkeler yok mu !Çok çekmiştik onlardan:)
Bu strese girmemek için çocuğu sesde bile uyumaya alıştıracaksınız...odasın da hafif bir müzik çalabilirsiniz..aksi takdirde işiniz zor..
YanıtlaSil